Tasavvuf

Ömrümüzün Kıymetini Bilelim

Ömrümüzün Kıymetini Bilelim

Ömrümüzün Kıymetini Bilelim

Büyükler, “Vakit nakittir” derler. Yani kainatta en değerli sermayedir. Vakit insana nakit kazandırır; fakat dünya dolusu nakit verilse, geçen bir saniyelik vakit geri getirilemez.

Bir insanın bütün ömrü inkar üzere geçse, son saatinde iman ve tövbe etse ve o hal üzere ölse, bu kimse ebedi cenneti ve saadeti bulur. İman üzere geçen bu bir saat, ömrün en kıymetli anıdır. Dünyada hiçbir mal, insana bu bir saat içindeki saadeti kazandırmaz. Demek ki insanın bir saati bütün dünyadan daha kıymetlidir. Bunun için yüce Allah, asra yani zamana yemin ederek şöyle buyurmuştur:

“Asra (zamana) yemin olsun ki bütün insanlar hüsranda, zarar ve ziyandadır; ancak iman edip Salih amel işleyenler, birbirine hakkı ve (hak yolunda) sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” (Asr 103/1-3)

Dünyada her an bir defa yaşanan o an, bir daha ele geçmez. Onun için Allah dostları her anı son fırsat olarak görmüşler ve her nefesi son nefes gibi değerlendirmişlerdir.

Gerçekte insan hayatı iki nefes arasındaki süredir. Alınan bir nefes geri verilmese hayat biter. Tersi de böyledir. Bu nefesler sayılıdır ve son sayı insana gizlidir. Kimse şu kadar nefesim kaldı, şu kadar süre daha yaşayacağım diyemez.

İnsan ömrü üç zaman dilimine ayrılır:

Biri, geçen süredir; buna “mazi” denir. Bu süre, iyiliği ve kötülüğü ile geride kalmıştır. O vakit içinde yaptığımız iyiliklere şükür, kötü işlere ise tövbe gerekir.

Diğeri, elde olmayan süredir; buna “gelecek” denir. İnsanın ona ulaşıp ulaşmayacağı belli değildir.

Diğer zaman ise insanın içinde yaşadığı andır; işte eldeki zaman odur. Ona ‘’fırsat’’ denir. Yapılması gereken ne varsa onda yapılmalıdır. Çünkü o da geçmek üzeredir.

Hayırlı işlerde, “Şimdi dursun sonra yaparım!” demek şeytandandır.

Alemlere rahmet Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bütün inananları şöyle uyarmıştır:

“Şu beş şeyden önce beş şeyin kıymetini bil:

İhtiyarlığından önce genliğinin,
Hastalığından önce sıhhatinin,
Fakirlikten önce zenginliğin,
Meşguliyetten önce boş zamanlarının,
Ölümden önce hayatının!”

Bir müminin hayattaki hedefi şu ayette özetlenmiştir:

“Resulüm de ki: Benim namazım ve ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabb’i Allah içindir.” (En’âm 6/162)

Bütün vakitlerde övülme, sevilme ve zikredilme hakkı Cenab-ı Hakk’a aittir. Bu hak hiçbir an ortadan kalkmaz; çünkü kulun her anı ayrı bir hayattır ve bu hayatı kullarınıza bahşeden yüce Allah’tır. Kul dünyada da ahrette de O’na muhtaçtır.

Vakti haram işlerde kullanmak, hem vakti hem kalbi öldürür, bu bizi sorumlu eder. Vakti boş işlerde harcamak ise onu zayi etmektir. Bu insana haset getirir. Mubah yolla eğlenmek ve dinlenmek bunlardan ayrıdır. O bedenin hakkıdır; iyi niyetle edep içinde yapılınca sevap bile olur.

Yüce yaratıcımız gece ve gündüzden oluşan bütün zamanı iki şey için yarattığını belirtmiştir: Biri zikir, diğeri şükür. (Furkân 25/62)

Resulullah Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) İnsanların çoğunun iki büyük nimete aldandığını haber etmiş ve bunların boş vakit olduğunu açıklamıştır.

Kıyamet günü, herkese hesabı ve şükrü sorulacak dört nimet vardır. Bunların ikisi zamanla ilgilidir. Yüce Allah bize gençliğimizi nerede harcadığımızı ve sonraki kalan ömürümüzü nerede tükettiğini soracaktır. Hesabı sorulacak diğer iki nimet ise mal ve ilimdir.

Cüneyd-i Bağdadi (kuddise sırruhu) der ki: “Vakit sermayeni iyi kullan. O bir kere ele geçer; kaçırdın mı bir daha ebediyen ele geçiremezsin. Kainatta vakitten daha kıymetli bir servet yoktur.”

Hasan-ı Basrî (kuddise sırruhu), sahabe-i kiramın halini şöyle anlatır:

“Ben öyle insanlara ulaştım ki vakitlerini sizin elinizdeki altın ve gümüşü koruduğunuzdan daha fazla koruyor ve boşa harcamaktan sakınıyorlardı. Sizden biriniz nasıl iyi bir kazanç getirmeyen yerlere altın ve gümüşü harcamıyorsa, onlar da zamanlarını öyle titizlikle koruyor, bir nefesini dahi zayi etmiyor, vakitlerini Allah’a (celle celaluhu) itaatin dışında asla kullanmıyorlardı.”

Hz. Ali (keremallahu vechehu), şerefli hanımı Hz. Fatıma’ya (radıyallahu anha) demiştir ki:

“Fatıma! Yemek yaptığın vakit sulu ve hafif yemekler yap ki fazla çiğneme derdi olmasın. Çünkü sulu yemek tez yenir, kuru yemeği çok çiğnemek gerekir. Yemek başında çok bekleyip hayırlı işlerden geri kalmayalım.”


Ömrümüzün Kıymetini Bilelim
Tasavvuf Sohbetleri

Bir Yorum Bırak