Tasavvuf

İnsanlık İçin Ağlayanlar

İnsanlık İçin Ağlayanlar
İnsanlık İçin Ağlayanlar

Yüce Allah, “Onlar yaptıkları kötü işler sebebiyle az gülsünler, çok ağlasınlar. (Tevbe 9/82) buyuruyor. Fakat gafletteki bizler hem kötü işleri yapıyor hem de ağlamak yerine kahkahalarla gülüyoruz. Bu, insaf ve adalet değildir.

Alemlere rahmet yapılan Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem), insanlığın bu acı ve garip haline bir ömür boyu ağlamıştır. Onun ahlakıyla süslenmiş kamil müminlerde kainatı saran bu inkar, gaflet ve zulmet ateşini, naz, niyaz ve göz yaşlarıyla söndürmeye çalışmışlardır. İnsanlık, bütün değerlerini altüst olduğu bir deprem yaşanmışken, bu yıkımı görüp de vicdanı sızlamayan, ah etmeyen ve acaba ne yapabilirim derdine düşmeyen biri, nasıl kamil insan olur?

Allah Resulu bütün halkı bir aileye benzetmiş ve onların en hayırlısının, diğer insanlara en faydalı olan kimse olduğuna haber vermiştir.

Arifler, bütün halkı, ailesi gibi görmeyen (ve onlarla ilgilenmeyen) kimsenin, gerçek sufi (kamil mümin) olmayacağını belirtir.

Siz benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.” buyuran Rahmet Peygamberi (s.a.v), ömrünün sonuna kadar az gülüp çok ağlamıştır. Onun saadetli gözlerinden yaş akmayan bir gün ve gece yoktur. Yanındaki ashabına bir ikram olarak tebessüm buyururken bile, göz bebeklerinde bir hüzün belirirdi. Bu üzüntü ve göz yaşları kendisi için değildi. Çünkü yüce Allah onun kendisine biricik dost seçmiş, bütün kusur ve hatalarını affetmiş ve kendisini cennetin süsü yapmıştı.

Allah Resulu insanlık ve ümmeti için ağlıyordu. Göz yaşlarıyla yüce Allah’tan müminlere mağfiret, kafirlere hidayet istiyordu. O, hayatında ümmetinin derdiyle dertlendiği gibi, vefatından sonra da onlara cennete kadar yalnız bırakmayacağını şöyle müjdelemiştir:

Hayatım sizin için hayırlıdır. Çünkü siz bana gelip meselelerinizi danışıyorsunuz, tarafımca size lazım olan şeyler söyleniyor. Vefatımda sizin için hayırlıdır. Sizin amelleriniz (kabrimde) bana arz edilir. Onların içinde hayır görürsem Allah’a hamdederim, kötülük görürsem Allah’a istiğfar ederim.

Çünkü yüce Allah onu insanlığa, bir şahit, müjdeci ve uyarıcı olarak göndermiştir.

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellam), ümmetinin haline şahitliği ve desteği ruh-i saadetleriyle devam etmektedir.

Allah için Allah’ın kullarına ağlamak, bütün Peygamberlerin en büyük ahlakıdır. Bu şerefli ahlak, onlardan Hak aşıklarına miras kalmıştır. İnsanlar keyfiyetini ve mahiyetini bilmeseler de onlar için göz yaşı dökebilen bu gönül ehli aşıklar her devirde bulunmuştur. Ariflerden Feridüddin Genc-i Şeker (kûddise sırrûhû) gönlündeki bu sırrı şöyle açığa vurmuştur.

Hiçbir gece yoktur ki, kalbim kan ağlamasın,
Hiçbir gündüz yoktur ki, yüzden namus akmasın.
Ömrümde hiçbir tatlı şerbet içmedim ki,
Gözlerimden yaş olup damlamasın.

Bunlar insanlık adına dökülen yaşlardır. O yaşları kaynatan kalpteki ilahi aşk ateşidir, dışarı akıtan merhamettir. Bu aşıklar aşk ve irfan mektebi olan tasavvuf ocaklarında yetişmiştir. Önceki devirlerde sufilere “Bekkaun” yani “çok ağlayan” denirdi. Çünkü onlardan bir grup kendileri ve ümmeti Muhammed için devamlı göz yaşı dökerdi.

Hak aşıkları bütün insanlığı bir aile gibi görürler. Bu aile içinde Salih, mümin , münafık,gafil,cahil,zalim her türlü insan bulunmaktadır. Kalbini ve hayatını yüce Allah’a verenlerin dışında, herkes derece derece dertli ve hastadır. Tek ilacı Allah^’ın (celle celaluhu) rahmeti ve sevgisidir. O rahmeti yeryüzüne çekecek ve ilahi sevgiyi gönüllere nakşedecek biricik yol, göz yaşı, istiğfar, edep, naz ve niyazdır.

Ağlanacak Halimiz

Kalbi Rabb’inden gafil olanın, gülmesi de ağlaması da kıymetsizdir. Çünkü o gerçekten ağlamasını ve gülmesini bilmektedir. Karnı doyunca gülen, aç kalınca üzülen ve midesinden başka bir sevinç kaynağı olmayan kimse, henüz insanlık makamına adım atmamıştır. Zira yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak yaratılan insanın, tek sevinci ve derdi midesi olamaz. Olursa, diğer canlılardan farkı olmaz. İnsanı insan eden şey aş değil, ilahi aşktır. Kıymet, elbisede değil, edeptedir.

Kalbini unutup midesinin derdine düşen insan bu çabayla değerini koruyamaz, dengesini kuramaz. O ağlanacak halde iken güler, gülerken ağlanacak hallere düşer. Çünkü haramda huzur zulümde rahatlık arayanlar, tuzlu su ile susuzluğunu artar, dudakları çatlar; ta temiz, saf ve tatlı suyu bulana kadar.

Haram işlerle kalp ölür, ruh perişan olur, şuur bozulur, his kaybolur, ibret duygusu kalmaz, göz yaşı kurur sevgiye ihanet edilir, nefis azgınlaşır, şeytan güler. Bu hal içinde dünya baş üstüne konmuş, edep ayaklar altına alınmış olur. İşte bu hali gören temiz bir vicdan, insan ve insanlık adına ağlar. Büyük arif Hakim-i Senai, hak aşıklarına şöyle seslenir.

Ey içleri ve dışları güzel olan aşıklar! Gelin, zulüm ve haksızlık ile yoğrulmuş şu dünyanın toprağından göğe kalkan kirli tozları göz yaşlarımızla bastırıp temizleyelim.

İnsanlığın Böylesi

Hak dostlarının tek derdi, insanın saadet merkezi olan kalbi şeytanın ve azgın nefsin tasallutundan kurtarmaktır. Onlara göre, kalp ilahi sevgi ve edep ile gafletten temizlenmiş ise insan kurtulmuştur. Kalp isyan ile kirlenmişse insanlık yok olmuştur. İşte ağlanacak şey budur. Alimlerden biri, hırsızlar tarafından yolunun kesildiğini, malını alındığını şikayet eden bir adama şöyle demiştir: “Eğer sen, Müslümanların içine düştüğü bu kötü duruma, kendi malına üzüldüğünden daha fazla üzülmez isen, onlara karşı samimi davranmış olamazsın.

Yine malı çalınan Salih bir insana, sana zulmeden o insana beddua et dediler. O da, “Bana kimse zulmetmedi ki” dedi ve ekledi: “O zavallı adam bu günah ile kendi nefsine zulmetti. Onun zulmü kendi nefsine yetmiyor mu ki bir de ben onun kötülüğünü arttırayım.

Salih insanlar, gasp, hırsızlık ve benzeri yollarla malları çalınıp zulme uğradıkları zaman, beddua ve lanet ile uğraşmayıp, kendilerini bu kötü hallerden koruduğu için yüce Allah’a şükreder ve şöyle derlerdi: ‘’Bu Allah’ın (c.c) bize bir nimetidir. Çünkü Allah’a Teala bizi zalim değil, mazlum yapmıştır. Bu bizim için kaybettiğimiz maldan daha büyük bir nimettir.

Velilerden Ali b. Fudayl (k.s) Kabe’yi tavaf ederken bir miktar altını çalındı. Babası onun ağladığını ve üzüldüğünü görünce,

Hayır, vallahi ben altınlar için ağlamıyorum; fakat şu altınlarımı çalan zavallı adama ağlıyorum. O, bu paralar yüzünden ahrette hesaba çekilecek ve ne yazık ki kendisini haklı gösterecek bir delili bulunmayacak.

Büyüklerden birinin malı çalınmıştı. Kendisine,

“Sana kötülük edene sen beddua et!” dediler. O büyük zat,

“Ben onun için üzülmekten, kendisine beddua etmeye zaman bulamıyorum ki!” dedi.

Düşmanına Bile Merhamet

Hz. Ömer (radıyallahu anh) namaz kıldırırken arkadan hançerlenip evine kaldırıldığı zaman, oğlu Abdullah’a (r.a),

Beni kim hançerledi?” diye sordu. Oğlu,

Bir Hıristiyan köle” dedi. Hz. Ömer (r.a) buna sevinerek,

Elhamdülillah, iyi ki bu işi yapan bir Müslüman değilmiş! Yoksa benim kanıma girip Allah’ın (celle celaluhu) huzurunda hesap vermek zorunda kalırdı” dedi.

Bu ulu sahabi, böyle bir acı içinde bile Allah Resulû’nün ümmetini düşünüyor, onların kusur işleyip azaba düşmelerinden endişe ediyordu. Çünkü o, Rahmet Peygamberi’nin (s.a.v) boyasına boya katmış Hak aşıklarının ilk safında yer alan bir Allah dostuydu.

Ariflerden Feridüddin Çişti’nin (k.s) yanına dört şahıs geldi. Bunlar iyi niyetle gelmemişlerdi. Hazreti sevmiyorlardı; ileri geri konuşmaya, iftira derecesinde suçlamalarda bulunmaya başladılar. O bunlara hiç aldırış etmeden sanki hakkında güzel şeyler söylüyorlarmış gibi, tevazu içinde kibarca konuşmaya ve onları memnun etmeye çalıştı. Adamlar yine de memnun olmadılar. Ayrılmak istediklerinde, onlara gidiş yolunu sordu. Onlarda söylediler. Hazret, o yoldan gitmemelerini, oranın tehlikeli olduğunu, başka bir yolu takip etmelerini tavsiye etti. Adamlar bu tavsiyeyi ciddiye almadılar; bildikleri yoldan gittiler. Bir müddet sonra Feridüddin Çişti hazretleri (k.s) ağlamaya başladı. Yanındakiler merakla bakıyorlardı. Daha sonra dört adamın yolda müthiş bir fırtınaya tutulup öldükleri haberi geldi. Hazret mana aleminde onların başına geleni görmüş, kendileri için göz yaşı döküyor, Allah’tan (c.c) affedilmelerini istiyordu.

Evet herkes bulunduğu makama uygun davranır;söz ve davranışlarını insanın edebini ortaya koyar. Allah Teala, gönüllerindeki saklı cevherleri ve ilahi sevgiyi ortaya çıkarmak için, dostlarına kötü insanları musallat eder. Velilere çarpanlar, kendilerinin rezilliği, velilerin ise güzelliğini ortaya çıkarmış olurlar.

Gavs-ı Sani (k.s) buyurmuştur ki: “Biz ümmet-i Muhammed’in imanını kurtarmak için elimizden geleni yapıyoruz. Bizim yanımıza gelenlerin bir kısmını ihlasları bozuk, niyetleri kötü oluyor. Biz onlara şefkat ve merhametle davranıyoruz; adeta ayaklarının altına sabun olup, iyi tarafa kaymalarına, hak yoluna gelmelerine çalışıyoruz. Hak etmedikleri halde kendilerine gülüyor,yakınlık gösteriyoruz. Ancak, bazı kimselere ne yapsak fayda vermiyor. Buna üzülüyoruz. Sadatlar kimsenin zararına ve helakine çalışmazlar. Onlardan uzaklaşanlar, kendi kendilerini zarara sokup helak ediyorlar.

İnsanlığa Rahmet Olanlar

Allah dostlar, Rabb’ini unutmuş, kalbini kaybetmiş, edebini zayi etmiş ve insani değerlerini yitirmiş insanlık ailesi için göz yaşı dökerler. Bu güzel gönüller meleklerle birlikte müminler için dua istiğfar ederler. Onlar, kulluk mihrabında istikamette durur, güzel ahlakı yaşarlar ve yayarlar. Yüce Mevla’yı aşkla zikrederler ve kainat adına O’na şükrederler. Böylece kainat nizamının ayakta durmasına sebep olurlar. Herkes kendi keyfini ve geçimini düşünürken onlar, bütün insanlık ailesini ve özellikle mümin kardeşlerini düşünür, onlar adına mümkün olan her iyiliği yaparlar. Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem), kendisine gerçek manada varis olan bu şerefi insanların manevi hizmetlerinden şöyle bahsetmiştir: “Yeryüzünde Allah Allah diye zikredenler bulunduğu sürece kıyamet kopmayacaktır.

“İnsanlar, Allah Teala’nın kulları içinde seçtiği Salihlerin sebebiyle yağmura kavuşur, onların bereketiyle müminler ilahi yardıma ulaşır, halktan umumi azap kaldırılır.”

Allah (c.c) bu ümmete ancak aralarındaki zayıf görünümlü salihlerin duası, namazı, orucu, ve ihlası sayesinde yardım eder.

Allah Teala’nın yeryüzünde yaşayanlar içinde (feyiz ve nur) kapları vardır. Rabb’inizin kapları Salih kullarının kalpleridir. Bu kalplerden O’na en sevgili olanları, en yumuşak ve en ince olanlarıdır.

İmam-ı Rabbani (k.s), insanlığa zahmet olan bu salih kulların başında irşad kutbu olan bir zatın geldiğini belirterek o mübarek zatın kalbi üzerinden kainata akan ilahi nimetleri şöyle özetler:

Dini hayatı yenilemek için görevlendirilen müceddid öyle bir kimsedir ki ümmete gelen bütün feyiz ve maneviyat ancak onun sayesine gelir. Onun aracılığı olmadan hiç kimseye irşad, hidayet, nur ve feyiz gelmez. Bu Allah’ın (c.c) takdir ve tercihi ile böyle olmaktadır. Allah Teala irşad kutbu yaptığı zatı vesile ederek dileklerine pek çok fayda ulaştırır. O güneş gibidir. Güneş nasıl insanlar için bir hayat vesilesi yapılmışsa arifler de kalp için manevi hayat ve dirilik sebebi yapılmışlardır. Allah (c.c) onlarla ölü kalpleri diriltir, onların nazarı hasta gönüllere şifa olur, dertlerin derdini dindirir. Allah (c.c) bu dostunu kullanır, onun üzerinden kullarına fayda verir. Bazan bundan irşad kutbu olan zatın haberi bile olmaz.

İnsanlık ailesine maddi ve manevi hizmet için bir adım atan, onlar için bir damla göz yaşı akıtan, gönlü azıcık yanan ve onları hayır dualarına katanlara, yüce Allah insanlık ailesi adına en ali makamları lutfetsin.


İnsanlık İçin Ağlayanlar

Tasavvuf Sohbetleri
Edep Bir Tac imiş
Doç. Dr. Dilaver Selvi

Bir Yorum Bırak