Biyografi

Yunus Emre

Yunus Emre

Yunus Emre

Doğumu ve İlmi Tahsili

Yunus Emre hazretlerinin yaşadığı döneme dair müelliflerin farklı görüşleri vardır. Bayezid Umumi Kütüphanesindeki bir tarihi mecmuadan, Osman Gazi’nin cülusundan başlayan bir kronoloji cetveline göre Yunus Emre hazretlerinin vefat tarihi çıkarılabilmektedir. Burada Hazretin vefat tarihi ve kaç sene ömür sürdüğü kaydedilmiştir. Bu kaynağa göre Yunus Emre hazretlerinin doğum yılı 1240’tır Adı Yunus Emre, “Aşık Yunus” ve “Derviş Yunus” ise mahlasıdır.

Bektaşiyye yolu kaynak eseri Vilayetname’de Yunus Emre hazretlerine dair bir menkıbe anlatılır. Günümüzde oldukça meşhur olan bu menkıbeye göre Yunus Sivrihisar Sarıköy’de yaşamaktadır. Bir sene kuraklık afeti ortalığı kasıp kavurur. Köy ahalisi köyün delikanlısı Yunus’u kapısına geleni boş çevirmeyen Hünkar Hacı Bektaş’a buğday alması için gönderir. Hazret-i Hünkar’ın dergâhına varıp buğday isteyen Yunus’a Hacı Bektaş kuddise sırruhuBuğday mı verelim nefes mi?” der. Söz konusu rivayete göre Yunus bir garip köylüdür. Okuma, yazması dahi yoktur. “Ben nefesi neyleyim Bana buğday verilsin” diyerek buğdaya talip olur. İstediği kadar buğdayı alıp yolda revan olan Yunus’u yolda ağır bir pişmanlık kaplar. Yola devam etmeye derman bulamaz ve geri döner. Ancak Hacı Bektaş (k.s) Yunus’un işinin artık Tapduk Emre’ye havale edildiğini söyler. Yunus, hemen Tapduk dergahına varır, dervişlik yoluna girer. Bu hikayeyi kabul eden kaynaklar Yunus Emre hazretlerinin dini eğitimden geçmediğini var sayarlar.

Esasında Derviş Yunus’un şiirlerinde de “İlim ile hikmet ile kimse ermez bu sırra / Bir acayip sırdır ilme kitaba sığmaz” ya da “Ne elif okudum ne de cim” gibi ifadeler vardır. Ayrıca ilmin zahiriyle oyalanıp manaya yol bulamamış olan ilim ehline dair tenkitleri onun ümmiliğini düşündüren diğer etkenlerdir. Ancak bunlar ilim tahsil ederek ve kitaplardan okuyarak Hakk’a vasıl olunmayacağını, bir mürşid terbiyesinde, tekkede aşk ateşine düşmek gerektiği şeklinde anlaşılmalıdır. Zira onun “Mescid ü medresede çok ibadet eyledim / Aşk oduna yanuban ondan hasıla geldim” şiiri de bu duruma işaret eder.

Günümüzdeki yaygın kanının aksine Yunus Emre (k.s) okuma yazması olmayan bir ümmi değil, medrese tahsili olan bir âlim, hatta fetva makamındaki bir müftüdür. Bu görüşü İsmail Hakkı Bursevî (kûddise sıruhû) Ferâhur-ruh adli eserinde dile getirmiştir. İbrahim Has Halveti hazretleri de Tapduk Emre’nin ümmi olup Yunus Emre hazretlerinin ise âlim ve müftü olduğunu ifade etmiştir. Hatta Tapduk Emre ile Yunus Emre’nin tanışmasını da bir fetva meselesine dayandığını söylemiştir.

Buna göre bir gün dervişlerden biri bir konuda fetva ister. Müftü Yunus Efendi meseleyi dinleyip fetva verir. Mürid, Tapduk Emre hazretlerine gidip aldığı fetvayı anlatır. Tapduk Emre bu fetvadan razı olmaz. “Bu fetva yanlıştır düzeltiversin” der Derviş. Müftü Yunus Efendi’ye gidip mürşidinin tavsiyesini söyler. Medrese tahsilli Müftü Yunus Efendi okuma yazması olmayan bir tekke şeyhinin fetva işlerine karışmasına öfkelenir ve hışımla tekkeye gider. “Medrese mezunu bir müftüye fetva yanlıştır, düzeltiversin demek ne demek” diye çıkışır.

Tapduk Emre hazretleri ümmi olmasına rağmen fıkıh kitaplarının isimlerini, bab ve sayfa numaralarını söyleyerek Yunus Efendi’nin fetvasının yanlış olduğunu ispatlar. Oradaki ibareleri hatırlayan Müftü Yunus Efendi şeyhin maddi ve manevi ilimlerdeki kemalini kabul ederek dervişi olur.

Derviş Yunus’un ümmiliği konusuna son dönem Osmanlı tekke araştırmacılarından Sadık Vicdani (rahimehullah) Osmanlı’da faaliyet gösteren tekke ve silsileleri hazırladığı Tomar-ı Turuk-i Aliyye adlı eserinde değinir. O, Peygamber Efendimizin bütün ilimlerin membaı, kainatın efendisi olup “ümmi” bir peygamber olduğunu, bu sebeple peygamber varisi sufi şeyhlerin de gerçekte ilim tahsilli rağmen “ümmi” ismiyle teberrüklendiğini ifade etmiştir. Yunus Emre hazretlerinin de onlardan biri olduğunu söylemiştir. Bu değerlendirme oldukça faydalıdır. Zira Divan ve Risaletü’n-Nüshiyye gibi muhalled eserlerin sahibi bir arifin dini ilimlerden bihaber olması, söz konusu eserlerdeki söz sanatları, ilmi derinlik ve atıflar dikkate alınınca makul görünmemektedir.

İntisabi, Süluku ve Ailesi

Yunus Emre hazretlerinden bahseden önemli bir eser de Nakşibendi şeyhi Lâmiî Çelebi’nin meşhur Nefahatü’l-Üns çevirisidir. Hazret, çevirinin sonuna bazı Anadolu evliyalarını da eklemiştir. Yunus Emre kûddise sıruhû hakkında şöyle der: “Taptuk Emre’nin mürididir. Nice yıllar dergaha sırtında odun taşımış ancak bunlar arasında bir tek eğri odun getirmemiştir. Bir gün şeyhi sorar: Ey Yunus! Bu odunların hiç mi eğri olanı yok? Yunus Emre şöyle cevap vermiştir. Sultanım bu kapıya eğri odun dahi yaraşmaz. Yunus Emre’nin meşhur ve maruf sözleri vardır. Hepsi makbuldür. Her biri tevhid sırrıyla, tasavvufi remz ve işaretlerle doludur.

Aşık Yunus’un şeyhi Tapduk Emre’nin kızıyla evlendiği nakledilir. Bu husus Aziz Mahmud Hüdayi hazretlerinin, Vâkiât adlı eserinde geçer. Buna göre Aşık Yunus seyrüsüluk yıllarında azimle hizmet eder. Mürşidi Tapduk Emre’de bu azimli ve istidatlı dervişi çok sever. Bazı kimseler “Derviş Yunus şeyhin kızına aşık! Ondan böyle ağır işlere tahammül ediyor” derler. Tapduk Emre hazretleri Yunus’un dünyevi bir sebeple değil manevi kemalinden böyle hizmet ettiğini dedikoduculara ispatlar. Bundan sonra da kızını Yunus Emre ile nikahlar.

İrşadı ve Vefatı

Aşık Yunus’un seyr-u süluku esnasında veya sonrasında seyahat ettiği. “Gezdim Rum ile Şam’ı, yukarı illeri kamu” cümlesinden anlaşılır. Şiirlerinde Kayseri, Sivas, Şam. Bağdat, Nahcivan, Tebriz gibi İslam şehirlerinin isimleri de geçer. “Vardığımız illere şol sefa gönüllere / Halka Tapduk manisin saçtık elhamdülillah” demesi onun bu ziyaretleri daha çok irşad maksatlı yaptığını göstermektedir. Bilindiği kadarıyla onun irşadı halifeleriyle değil şiirleri ve eserleriyle devam etmiştir. Şiirleri nağmelenmiş, farklı dillere çevrilmiş ilim ve irfan ehlinin neşvesi, âşıkların pelesengi olmuştur. Menkibe, nasihat ve şiirleri Anadolu’yu aşmış. Balkanlar ve Azerbaycan başta olmak üzere İslâm coğrafyasının farklı noktalarına ulaşmıştır.

Yunus Emre hazretleri 1320 yılında seksen (hicri seksen iki) yaşında vefat etmiştir. Lâmiî Çelebi kabrinin Kütahya suyu üzerinde ve bu suyun Sakarya nehrine karıştığı yerin yakınlarında olduğunu söyler. Kabrinin ziyaretgah olduğunu belirtir. Kütahya suyu muhtemelen Porsuk çayıdır ve tarife en uygun yer Eskişehir Sarıköy’de bulunan Yunus Emre türbesi görünmektedir. Bununla birlikte farklı illerde Yunus Emre hazretlerine nispet edilen pek çok türbe vardır. Bunlardan biri kabri, diğerleri makamdır.

Allah Teâlâ makamlarını âli eylesin.

Bir Yorum Bırak