Fakihin İnadı
Buhara’da cömert bir emir vardı. Yoksullara sahip çıkar, gündüzün akşama kadar sayısız iyiliklerde bulunurdu. Bir gün hadtalara, bir gün dul kadınlara, diğer bir gün de ihtiyaç sahiplerine bağışta bulunurdu. İş bulamayanlar, borçtan bunalanlar gelip onu bulurdu.
Emirin bağış yaparken bir âdeti vardı. İhtiyaç sahibi kimselerin ondan dili ile bir şey istemesine izin vermezdi. Onun bu huyunu bilenler, geçeceği yol boyuna dizilirler, sessizce beklerlerdi. Emir de kendi takdir ettiği kadar altını bir kağıda sarar, öylece takdim ederdi.
Bir gün ihtiyar bir adam, bu Emire,
“Açlıktan kurtulamıyorum, bana zekat ver” dedi. Emirin adamları ihtiyarı, ihtiyaç sahiplerinin arasından çıkarıp uzaklaştırmak istedi. Fakat ihtiyar direndi, bağırıp çağırıp söylenmeye başladı. Ortalığı birbirine kattı. Emir dayanamadı,
“Baba, sen ne kadar utanmaz adamsın” dedi. İhtiyar,
“Sen benden daha utanmazsın. Bu dünyayı yedin, yuttun, doymadın. O kadar aç gözlüsün ki, öteki dünyayı da ele geçirmeye çalışıyorsun.”
İhtiyarın bu sözleri, emirin çok hoşuna gitti.
İhtiyara pek çok bağışta bulundu. Bu ihtiyardan başka, ağzıyla isteyip de emirden yardım alabilen olmadı.
Bu cömert emir, din alimi ve fakihler için de yardım günü düzenledi. Yardım için gelen fakihlerden biri, feryat edip öne çıktı. Ağlayarak, yalvarıp yakararak dil döktü. Mazeretlerini sıralayarak bağış istedi, fakat emir ona en ufak bir yardımda bulunmadı.
Aynı fakih, ertesi gün bacağının sağına soluna tahtalar bağladı, çaput sardı. Kendine sakat süsü verdi. Sakatların arasına karışarak yardım almak istedi. Emir onu tanıdı. Yine hiçbir şey vermedi.
Ertesi gün, yüzünü bir kilim parçasıyla örttü. Belki, emir tanımaz da yardım alırım diye düşündü. Fakat emir onu yine tanıdı. Bir şey vermedi.
Bir müddet sonra, çarşaf giyerek kadın kılığına girdi. Dul ve yetimlerle birlikte emirin yolunu beklemeye başladı. Emir onu yine tanıyıp yardımda bulunmadı.
Fakih yardım almak için yüz türlü hile yaptıysa da, başarılı olamadı. Çaresizlik içerisinde son bir deneme yapmaya karar verdi. Bir kefenciye gitti. Ona, “Beni bir kilime sar, emirin geçeceği yolun üstüne bırak. Sakın ola, sesini çıkarma. Emir acıyıp da üzerime kefen parası atarsa, verdiğini seninle paylaşırız” dedi. Kefenci de ihtiyaç sahibi bir fakirdi. Teklifi kabul etti.
Hocayı bir kilime sararak, götürüp emirin geçeceği yol üzerine bıraktı. Emir oradan geçerken, kilimin üzerine bir miktar altın attı. Fakih, kefenciden önce paraları almak için kilimin içerisinden çıktı. Paraları aldıktan sonra emire,
“Ey bana kerem kapılarını kapayan emir! Gördün mü? Senden nasıl bağış kopardım?” dedi. Emir,
“Ey inatçı! Aldın, aldın ama ölüp de aldın. Ölmeden bir şey alamadın” dedi.
* * *
Hikmeti
Ölü taklidi yaparak, emirin bağışını alan fakih gibi, Hak yolcusu da ölmeden önce ölmenin sırrına ererse, hem bu dünyada hem de ahirette Rabbinin lütuf ve ihsanlarına ulaşır.
Fakihin İnadı Kısası
Mesnevî’den Hikâyeler, Mesnevî VI. Cilt
Mevlâna Celâleddin-i Rûmî (k.s)
Bir Yorum Bırak
Yorum yazmak içingiriş yapmanız gerekir.