Mesnevi'den Hikayeler

Bir Testi Su

Bir Testi Su, Mesnevi’den Hikayeler

“Ey oğul! Bütün dünyayı, ağzına kadar ilimle, hikmetle, sırlarla ve güzellikle dolu bir testi bil. Fakat bilesin ki bu ilim, hikmet ve güzellik, Allah’ın Dicle’sinden ancak bir katredir.”

“O bedevi, Allah’ın Dicle’sinden bir katreyi görseydi, hakikatte ilahi kudret, azamet ve sırlar deryası olan o katrenin önünde testisini atardı.”

Hz. Mevlâna (k.s)

Çöl ortasında fakir bedevî, çadırında hanımıyla oturuyordu. Bir gece hanımı:

— “Bütün yoksulluğu, cefayı biz çekiyoruz. Herkesin ömrü bollukla geçiyor. Sadece biz fakiriz. Ekmeğimiz yok, katığımız üzüntü, suyumuz gözyaşı. Gündüzün elbisemiz Güneş, geceleyin döşek ve yorganımız Ay ışığı. Açlığımızdan dolunayı okkalık ekmek sanarak, gökyüzüne saldırıyoruz. Yoksulluktan dolayı havada uçan sineğin damarının kanını emmedeyiz. Bizim halimiz ne olacak böyle?” diye dert yandı.

Bedevi şöyle cevap verdi:

— “Be kadın, daha ne zamana dek dünya malını arayıp duracaksın? Şu dünyada ne kadar ömrümüz kaldı? Akıllı kişi rızkın azına çoğuna bakmaz. Çünkü ikisi de gelip geçicidir, sel gibi akıp gider.

Bilesin ki, gönüllerimizdeki dünya keder ve gamları, hep bizim varlığımızın ihtiras tozundan, hırs bataklığından meydana gelmektedir. Allah’ın mülkünde yaşıyoruz. O’nun verdiği rızıklarla merzukuz. Kanaatten daha güzel bir zenginlik olabilir mi? Bu böyle, şu şöyle demek, şeytanın içimize düşürdüğü kuruntu ve vesveselerden başka şeyler değildir.

Ey hanım! Bolluğa alışmak kadar kötü bir şey yoktur. Çünkü alışılmış şeylerden firak, çok güç olur. Bedenine tapan, yani nefsinin her arzusunu yerine getiren kimsenin canı tatlılaşır, günü geldiğinde teslim ederken çok zorluk çeker. Sen bunu idrak et de, başıma gelecek olanı zorlaştırma!

Ey hanım! Gençken daha kanaatkar idin, yaşlandın hırsın arttı. Altın istiyorsun; halbuki önceden altından daha kıymetliydin sen. Eşin, benzerin yoktu. Ne oldu sana ki, bu halini terk ettin de fani ve gel-geç şeylerin isteğine düştün?..”

Hanımı bunları dinlemiyor, üstelik öfkesi arttıkça artıyordu. Devamla:

— “Ey namustan gayri bir şeyi olmayan adam’ Artık senin yaldızlı sözlerinden bıktım. Halimize bak da utan’ Bana kanaatten bahsediyor ve gururlanıyorsun. Ne vakte kadar bu çalım? Sen kanaatten ne vakit canını nurlandırdın? Sen açlıktan havadaki çekirgenin damarını vurmaya çalışırken, nasıl olur da, bey ve paşalarla adım atmaya kalkışabilirsin? Bana öyle horlukla, kötü kötü bakma ki, senin damarlarında nelerin dolaştığını, içinden ne kötülüklerin geçtiğini söylemeliyim. Gafil kurt gibi üstüme atılma! Senin gibi, insanı utandıracak bir akla sahib olmaktansa, akılsız olmak daya iyidir.” dedi.

Kocası sükûnetle cevap verdi:

— “Sen kadın mısın, yoksa keder kumkuması mı? Yoksulluğumla ben iftihar ederim. Başıma kakma! Mal, mülk ve para, başta külah gibidir. Külâha sığınan keldir. Zengin, kulağına kadar ayıp içine dalan kişidir ki, malıyla ayıbını örter. Yoksulluk senin anlayacağın şey değildir; peygamberlerin ve velilerin nimet bellediği fakirliğe hor bakma! Bu fakr haliyle Rabbime daha yakın olup bambaşka bir ganimete nail oluyorum. Allah göstermesin, benim dünyaya karşı tamahım yok. Gönlümde, kanaatten bir alem varç Ey kadın! Kavgayı, darılmayı bırak! Bırakmayacaksan, hiç olmazsa beni bırak! Benim kavga etmeye mecalim yok. Savaşlar şöyle dursun, gönlüm barışlardan bile ürkmekte. Susacaksan ne âlâ, eğer susmazsan, şimdi evimi barkımı bırakır, kuru başımı alır giderim!..”

Kadın, kocasının bu ayrılık sözleri üzerine ağlamaya başlayarak gözyaşlarına büründü; pişmanlık gösterdi. Benliğini bırakıp yokluk yoluna düştü de kocasına nedametle:

— “Ben hanım değil, senin ayağının toprağıyım. Bedenim, canım, varım ve yoğum hep senindir. Senin için bir kere değil, her nefeste tekrar tekrar ölmek isterim. Senin bana söylediğin şeyler karşısında artık candan da tenden de vazgeçtim.

Niçin ayrılıktan söz ediyorsun? İşte itirazı ve kınamayı bir kenara bıraktım; candan özürler diliyorum. Meğer senin padişahça huyunu tanıyamayıp sana küstahlık etmişim. Ama şimdi büyük bir pişmanlıkla sana boynumu uzatıyorum; istersen vur, istersen ayağının altına al beni!..” dedi.

Ardından içli hıçkırıklarla ağlamasına devam etti. O göz yaşı yağmuru arasında bir şimşek çaktı. O şimşekten, eşsiz ve vefakar bedevinin gönlüne bir kıvılcım düştü. Nihayet bedevi, karısının gözyaşlarına dayanamadı, söylediklerine pişman oldu.

Onun şefkatli gönlünü kaplayan bu pişmanlığını sezen kadın, kocasına şu aklı verdi:

— “Testimizde yağmur suyu var. Malımız mülkümüz de bundan ibaret. Bu testiyi al, git. Padişahlar Padişahı’nın huzuruna gir, armağanını sun. De ki: «Bizim bundan başka, hiçbir malımız mülkümüz yok, çölde de bundan iyisi hiç bulunmaz… Padişahımızın hazineleri varsa, bunun gibi suyu yoktur. Bu su, az bulunur…»”

Zavallı kadın, Bağdat’ın ortasından şeker gibi Dicle’nin akıp gitmekte olduğunu ne bilsin, testisindeki suyu övüp duruyordu.

Kocası da bu övgüye katılmış:

— “Kimin böyle bir armağanı olabilir? Gerçekten de bizim bir testi yağmur suyumuz ancak padişahlara layık!..” diyordu.

Bedevi, testisini bir keçeye sardı, ağzını sıkıca kapadı. Sırtına alarak Bağdat yoluna düştü. Testi kırılmasın, hırsızlar çalmasın diye gece gündüz gözü gibi koruyordu. Günler, haftalar sonra Bağdat’a geldi. Sora sora Halife’nin sarayını buldu. Kapıya dayandı. Muhafızlar ne istediğini sordular. Fakir bedevi:

— “Ey muhterem kişiler! Ben garip bir bedeviyim. Padişahın lütfunu umarak çöllerden geldim. Bu armağanı sultana götürün, padişahtan murad isteyeni ihtiyaçtan kurtarın! Tatlı, lezzetli su. Çölde, yağmur sularından biriken gölden doldurulmuştur. Testim de güzel, yepyeni…” dedi.

Halifenin adamları, bu saf, tertemiz yürekli bedeviye önce gülecek oldular, sonra da onu bu iyi niyetlerle bezenmiş armağınını canla başla kabul ettiler. Bedevi, sarayın hemen altında akan Dicle’den habersiz, bekliyordu.

Bedevi’nin su testisi halifeye sunulunca, halife bundan çok memnun oldu, bedeviyi huzuruna kabul etti. Bedevinin gönlünü aldı, yeni elbiseler giydirdi, sonra da adamlarına:

— “Testiyi altınla doldurun, ona verin. Dönerken de onu, gemi ile Dicle yolundan götürün. O çöl yolundan gelmiş. Dicle yolu yurduna daha yakındır. Buradan memleketine dönsün!” emrini verdi.

Bedevi gemiye binip Dicle’yi görünce büsbütün şaşırdı. Asıl şaşkınlığı ise, bu kadar suyu bol Dicle Nehri varken, halifenin, bir testi çöl suyunu kabul etmeseydi. Allah’a candan şükürler eyledi.


Bir Testi Su Kıssasının Hikmeti:

“Ey oğul! Bütün dünyayı, ağzına kadar ilimle, güzellikle dolu bir testi bil. Fakat bilesin ki bu ilim ve güzellik, zuhuru muktezası olan ve zuhur etmemesine imkan bulunmayan Allah’ın Dicle’sinden bir katredir. O gizli bir hazineydi. Marifetini muhabbet etti. Böylece o hazine, pek dolu olduğundan yarıldı, kendisini izhar etti. Toprağı, göklerden daha parlak bir hale getirdi. Gizli bir hazineyken coştu; toprağı, atlas giyen bir sultan haline soktu. O bedevi, Allah’ın Dicle’sinden bir katreyi görseydi, hakikatte bir deniz olan o katrenin önünde testisini atardı.”


Bir Testi Su
Mesnevi’den Hikayeler, Mesnevi
Hz. Mevlâna (k.s)

Bir Yorum Bırak