Bostan'dan Hikâyeler

Padişahın Tedbirli Davranması

Padişahın Tedbirli Davranması

Padişahın Tedbirli Davranması, Bostan’dan Hikâyeler

Umman denizinden bir derviş geldi, sahile çıktı. Yıllarca seyahat etmiş, Arap, Acem, Türk ülkelerini görmüş, büyük küçük birçok kimseyle görüşmüş, bilgi, söz sohbet öğrenmiş, mükemmel bir insan olmuştu.

Vücudu güçlü kuvvetli, her şeyi yerinde yalnız cebine parası yoktu. İki yüz parça yama vurduğu bir hırkası vardı, onun içinde kendisi de kav gibi kavrulmuştu.

Bu derviş sahilde büyük ve güzel bir şehre geldi. Bu arada iyilikle anılmayı düşünen büyük padişah hüküm sin yordu, o, dervişleri sever ve onlara çok hürmet ederdi.

Padişahın hizmetçileri dervişi hamama ve berbere o türdüler. Derviş güzelce giyindi kuşandı. Padişahın huzuruna girince yere eğilerek saygı gösterdi, şöyle dedi:

Ey adalet tahtında oturan, hükmün yürüsün, devlete daim olsun.” Padişah sordu:

Hoş geldiniz, hangi rüzgâr attı, nereden geliyorsunuz? Bizim ülkemizde güzel çirkin ne gördünüz, önce bunları öğrenmek isterim.
Derviş şöyle cevap verdi:

Ey cihanın adil sultanı! Ülken gibi ikinci bir ülke daha bulunmaz. Bu güzel yurdun her yerini gezdim, memnun olmayan bir kişi görmedim. Bir padişaha saltanat şerefi olarak, kimsenin gönlünün kırılmasına rıza göstermemesi yeter. Şarap içip sarhoş olana da rastlamadım, meyhanelerin kapısı kapanmış, sarhoşlar harap.

Derviş sanki etek dolusu inci saçar gibi çok beliğ konuşuyordu. Sözleri sultanı hayran bıraktı ve yanına oturtarak ihsanda bulundu. Padişah her sorduğu soruya doyurucu cevaplar aldı. Padişahın gönlünden adamı vezir yapma düşüncesi geçti. Fakat halkı kendisine güldürmemek için bunu zamana bırakmaya ve onu önce bazı işlerde dene meye karar verdi.

Padişah doğru düşünüyordu. Deneyimsizlere iş ısmarlayan kişi sonunda çok pişman olur. Nitekim hâkim kararını etraflıca düşünüp yazarsa uzun süre ağzının tadı bozulmaz. Önce okun hedefini düşünmek gerekir, ok yaydan çıktıktan sonra neye yarar?

Hz. Yusuf (a.s) bile Mısır’a seneler sonra aziz olabildi. Bir kişiyi iyice tanımak çok uzun zaman ister. Hükümdar onun huyunu suyunu iyice öğrendikten sonra onun temiz bir insan olduğunu anladı. Sözleri mantıklı, insanların değerini ölçebilen, temiz, iyi ahlâklı bir kişi olduğunu anladı. Ona başvezirinin de üstünde bir görev verdi.

Adam ülkeyi çok güzel idare ediyor, doğru konuşuyor, dürüst hareket ediyordu, hiç kimse ondan şikâyetçi değildi. Herkes onun idaresinden son derece memnundu. İşler düzene girmişti. Hasetçilerin kötülemeleri için en küçük bir sebep yoktu. Çünkü dürüst adam bakır leğen, fenalık arayan da karınca gibidir. Karınca ne kadar uğraşırsa uğraşsın, bakır leğene gedik açamaz.

Padişahın güneş yüzlü iki kölesi vardı. Bunlardan hür diğeri ise peri gibiydi. Bir güneş diğeri ay gibiydi, Bunlar dervişin de hizmetini görüyorlar, ilim ve marifet sahibi hünerlerinden ve tatlı sözlerinden etkileniyorlardı. Güzel ahlakı yüzünden onu seviyorlardı. Git gide dervişin de gönlü onlara akmaya başladı. Ama bu temiz, nezih bir sevda idi, cemallerine âşık olmuştu, onların yüzünü görmeden gönlü rahat edemiyordu.

Ey arkadaş sana tavsiyem, eğer şerefin, izzetin yüce kalsın istiyorsan parlak yüzlülere gönül bağlama, arada bir kötülük olmasa bile senin sevgine ve saygınlığına zarar getirebilir

Eski vezir bu halleri sezince gidip padişahı bunlardan haberdar etmek için şunları söyledi: “Aslını neslini bilmediğimiz bu adam saray halkının adını da kötüye çıkardı. Zaten seyyahlar laubali yaşar, mülk ve devleti kendine edinmez. Kölelerinizle adamın başı hoşmuş, size hıyanet ediyormuş. Böyle soysuz, aşağılık bir dervişe padişahımızın vezirliği yakışmaz. Bu, saltanatınıza leke getirir. Padişahım, sözlerim ne zan ne de tahmindir, söylediklerim tamamen gerçektir. İşin dahası var. Senin kölelerinle sarmaş dolaş olmuş. Sözlerimde yalan yok, isterseniz bir de siz araştırın.

Olayı öyle bir anlattı ki, sultanın sabredecek hali kalmadı. Hasetçilerin eline küçük bir tutamak geçmeye görsün. Habbeyi kubbe yaparlar, büyüklerin kalplerini ateşe verirler. Yangın çoğunlukla çer çöpten çıkar, sonra asırlık ağaçları yakar.

Bu sözler padişahı çok öfkelendirdi, ateşte kaynayan tencereye döndü. Önce çok büyük hiddet gösterdiyse de aklı, öfkesine galip geldi ve şöyle düşündü: “Bir insanın kendi yetiştirdiği birini öldürmesi yiğitliğe sığmaz. Naz ve nimetle besleyip büyüttüğün, senin aman okunu tutan kimseyi okla vurman ne kadar çirkindir. Onu denedikten sonra başvezirliğe getirdin. Onu o yüksek dereceye sen çıkardın. Şimdi suçunu araştırmadan hasmının sözleriyle öldürtmen doğru mu?”

Sultan bu fikrini gönlünde sakladı, incelemeyi zamana yaydı. Ey akıllı kişi! Gönül sırlar için zindandır, sır söylenince kaçar gider, zincir vuramazsın. Padişah inceden inceye bir yandan araştırmaya başladı.

Bir gün padişahın huzuruna derviş girdi, köle bir işle meşguldü. Dervişle köle gözle selâm alışverişinde bulundu. Dervişin bakışı, kölenin gülümseyişi aradaki ilişkiyi gösteriyordu. Çünkü iki sırdaş için dille selâmlaşmaya gerek yoktur, onlar dilsiz de birbirleriyle konuşup anlaşabilirler. Güzele bakmaktan gözler hiç usanmaz. Bir hasta Dicle’yi hep içse kanmaz.

Padişah, dervişle köle arasındaki bu ilişkiyi görünce artık onun da vezirin suçluluğuna kanaati geldi, bu hal onun kanına dokundu, öfkesi arttı, fakat öfkesine mağlup olmadan nefsini zorlayarak, dervişe yavaşça şöyle dedi:

Ey hilekâr! Ben seni ahlâklı biri sanıp devlet sırlarını sana emanet etmiştim. Halbuki sen serseri aptalın biriymişsin. Şimdi anladım ki haksız bir ün kazanmışsın. Ama kabahat bende; çünkü seni iffetli, kâmil bir kişi sandım. Senin gibi kötü yaratılışlı birini sarayda alıkoymakla hıyanetini teşvik etmiş oldum.

Zeki adam başını kaldırarak anlayışlı hükümdara şöyle cevap verdi:

Benim eteğim günahtan temiz olduktan sonra beni ne düşman korkutur ne de siz. Aklımdan bile geçmeyen böyle şeyleri yaptı diye kim uydurdu bilmiyorum.” Padişah:

Sana söylediklerimi şahitler yüzüne söylesinler mi? Bunları anlatan eski vezirdir. Senin de söyleyeceklerin varsa bana bildir. Vezir gülerek parmağını ısırdı” ve dedi:

Sultanımız boşuna üzülmüştür. Kıskanç bir adam beni kendi makamında görür de hakkımda iyi şey söyler mi? Sizin beni ona tercih ettiğiniz gün onu düşman bellemiştim, o da bana yaman bir düşman olmuştu. Onun zilleti benim izzetim olmuştu çünkü. Onun bu düşmanlığı çok doğal. Sultanım, bir temsilim var onu dinledikten sonra kararınızı verirsiniz.

* * *

“Hangi kitapta okuduğumu hatırlayamıyorum. Biri şeytani bir yerde görmüş, bakmış ki endamı düzgün, siması güzel, yüzünden nurlar saçıyormuş. Adam şeytana:

“Gerçekte İblis sen misin? Bu kadar güzellik ancak meleklerde olur. Sende bu kadar güzellik varken ressamlar niye seni hep çirkin resmediyor? Seni herkes korkunç bir şey sanmış, şimdi anlıyorum ki aldanmışlar. Kilise, hamam ve köşk gibi yerlerde gördüğüm resimler nerede bu nerede!…”

Bunu işitince İblis ağlayarak soruyu sorana demiş ki:

“Gördüğün resimleri benim sanma. Onları yapanların kim olduğunu bir düşün. Cennette kökünü kazıdığım insanın evladı değil mi?”
 
Padişahım, benim de izzetim şerefim var. Ne çare ki, düşmanım olan hasetçinin çok dar bir yüreği var. Öyle bir vezir ki, derdi benim yüzümdendir. Siz bana itibar edince onun şerefi kırıldı. Ondan fersah fersah uzaklaşmalıyım. Ama buna rağmen sultanım hesap soracakmış, bundan endişe etmiyorum, eminim ki gerçek ortaya çıkacak.
 
Muhtesip denetim için dolaşırken korku duyanlar terazilerinde dirhem taşı noksan olanlardır. Benim kalemimden çıkan yazı doğru olduktan sonra tenkitçi bana ne yapabilir, isterse bir ordu gelsin.
Padişah, vezirin bu sözleri karşısında şaşırdı, sözünü keserek ona şöyle dedi:

Uzun lafın lüzumu yok. Suçlu riyakârlıkla, dilbazlıkla, kurnazlıkla suçundan kurtulamaz. Haydi bunlarda düşmanın vebale girmiş olsun, kendi gözümle gördüğüm hale ne diyeceksin? Sarayda şu bir yığın insana bakmayıp da şu iki köleye gözünü dikmene ne demeli?” Vezir şöyle cevapladı:

Ey devletli sultan! Felek senin muradınca deveran etsin. Bu söz doğrudur, gerçeği saklamak olmaz. Fakat eğer dinlersen bunda bir incelik var, ben açıklayayım, sen kararını ver. Fakirlere iyice bir dikkat edin, zenginlere hep hasretle baktıklarını görürsünüz. Benim de gençliğim elimden uçtu gitti, hayatım oyun ve eğlenceyle boşa geçti. Ben de çok önceleri bunlar gibi gürbüz ve güzel bir delikanlıydım. Bir zamanlar ben bunlar gibi gül yüzlü idim, benim de billur kadar güzel endamım, gece renginde kıvırcık saçların vardı, bakın bugün zaman beni ne hale soktu. Şimdi saçım pamuk, vücudum hastaya benzedi, anlaşılan artık kefenimi dokumalıyım… Vaktiyle ağzımda kerpiçleri gümüşten bir duvar gibi inci dişlerim dururdu. Şimdi söz söylerken gevşek, yıkılmaya yüz tutmuş (kağşak) bir köprüye ne kadar çok benzer. Ben bu kölelere baktıkça, boşa geçen günlerimi hatırlıyorum, bunları hiç düşünmeyeyim mi? Geçmişe hasret duymayayım mı?” Bilgin vezirin sözleri sona erince padişah:

Bundan daha güzel ve anlamlı söz olmaz. Fesahat da belâgat da işte bu kadar olur. Böyle akıllıca, mantıklı özür bulabilenin güzellere bakması câizdir. İyi ki aklımı kılavuz edindim, yoksa düşmanın sözüne uyarak biçareyi kırmış olacaktım. Öfkeyle silaha sarılan, çoğunlukla yaptıklarından pişman olur. Sakın garazkârın sözüne kıymet yoksa pişman olursun.

Padişah bu vezirin şerefini, mevkiini ve servetini arttırdı. hasmı olan eski veziri cezalandırdı. Bu akıllı bilgili vezirin makul ve mantıklı kararları ve idareciliği sayesinde padişahin namı bütün ülkeye yayıldı. Uzun zaman adaletle hükmetti, ölümünden sonra da iyi bir adla anıldı.

Böyle dindar padişahlar din gücüyle saadete ermişlerdi. Ben şu zamanda Sa’d oğlu Ebü Bekir’i saymazsak artık bu tür padişahlar görülmüyor.

Ey padişahım, sen tuba ağacı gibi bir yıllık yola gölge verirsin. Talihimden hep devlet kuşunun gölgesinin başıma düşmesini isterdim. Fakat aklım da şöyle diyordu: “Sana devlet kuşu mutluluk vermez, ikbal istiyorsan bu gölgeye sığın.” Hak Teâlâ’ya şükürler olsun, bu gölge bütün halkın başına konmuş. Ey adil sultan, bu mübarek gölgen üstümüzden bir an bile eksik olmasın…

Birini öldürmeden önce yapılacak en doğru şey ona öğüt vermektir, yoksa kopmuş başı yeniden yerine eklemek mümkün olmaz. Önemli işlerde uzun uzun düşünmek gerekir. Özellikle padişahlar halkın işlerinden rahatsızlık duymamalı, tahammüllü olmalıdır. Gururla dolu olan bir başa, padişahlık tacı haram olmalıdır.

Ben, “Padişah, kavgada, savaşta cesur olmalı” demi yorum; “Gazaba geldiği zaman aklı başında olmalı, sabırlı olmalı” diyorum. Temkinli, sabırlı, aklı başında olan kişiler tahammülü olur. Fakat bu akıl öfkeye mağlup olan akıl değildir. Öfke askeri siperden hücum edince ortada ne insaf ne merhamet ne din ne takva kalır. En büyük şeytan ger çekten gazaptır, çünkü melekler bile onun şerrinden kaçar.


Padişahın Tedbirli Davranması

Bostan’dan Hikâyeler

Bir Yorum Bırak