Tasavvuf

Kalp Kararınca

Kalp Kararınca

Kalp Kararınca

Mesnevi-i Şerif’te nakledildiğine göre bir kimse Hz. Şuayb‘a (a.s) şöyle dedi: “Allah Teâlâ bende pek çok günah ve kusur gördüğü halde beni hiç azarlamıyor.” Hak Teâlâ, Şuayb a.s.’ın gönlüne şöyle hitap etti: “Ey ben bu kadar işledim de Allah beni azarlamıyor diyen kimse! Allah seni muaheze edip duruyor ama sen farkında değilsin. Kalbinde günahlar üst üste yığılmış, gönül gözün kör olmuş. Dumanın kara tencere üzerinde izi görünmediği gibi senin de kararan kalbin Allah’ın kınamasını duymuyor. Allah seni çok ikaz edip günahlarını haber verdi ama sen bu yüzden anlamadın.

Hazreti Mevlâna (k.s) sonraki beytinde şöyle buyuruyor: “Demirci zenci olursa, ocağın dumanı yüzünde iz bırakmaz. Sen zenci gibi olmuşsun da, günahlarının dumanı yüzünün karasında görünmediği için ikaz edilmediğini zannediyorsun. Eğer ak yüzlü olsaydın, elinin kararlarını yüzüne sürdüğün zaman çoktan siyah izler belli olurdu. Ey günahlarından yüzü kararmış adam! Sen bundan dolayı anlamıyorsun. Eğer yüzünü Hakk’a çevirseydin, günah yerine itaatle Allah’a bağlansaydın günahlarının kirini seçebilirdin. O zaman pişmanlık ile tövbe kapısını çalardın. Oysa artık tövbe edemez hale geldin. Gönül aynanı temiz tutmaya çalışsaydın, bir günah işlediğin zaman derhal gönlünde bir gam duyardın. Zira günahkar olmayan kulun işlediği günah, gönlüne gam getirir. Niye ben bu günahı işledim, diye vicdan azabı dıyar. Bu vicdan azabı ile Hak Teâlâ’dan utanır ve tövbekâr olur.

Allah Resûlü (s.a.v) buyurmuştur ki: “İnsanın kalbinde ne kadar günah bulunursa bulunsun, onda vicdan denilen nurani bir cevher vardır. O cevher insanı hayırlı işlerde sevince, kötü işlerde hüzne götürür.

Bir kimse kötü bir iş yaptığında gam duymuyorsa o kimse Allah’tan uzaklaşmıştır. Ümmet-i Muhammedi’in bu asırda görülen hali de budur. Vicdanlar susmuş, tövbeler samimi değil. Tövbeden sonra günah işleniyorsa, o tövbe yalancı tövbesidir.

Nice günahlarımızı güzel amel zanneden bizler ömrümüzü boş işlerle tüketiyoruz. Bir kulun aldanmış olduğunun en büyük alameti ömür sermayesini faydasız işlere ve hevasına harcamısıdır.

İnsanoğlunun Allah’tan uzaklaştığının alameti günahlarını ve yaptığı kötü işleri iyi görmesidir. Bu, kendi kendini aldatmaktan başka bir şey değildir. Bundan kurtulmanın çaresi de tasavvufi hayata girmektir. Günahları tövbe, zikir ve kamil insanlarla yakınlık kaldırır. Mürşid-i kamiller Allah’ın izniyle insanı terbiye ederler.

Mürşid-i kamil olan bu zatlar insanların nefslerini tövbeye yönlendirir. Onlar mum gibi bir ışıkla kendisine gelen talibe önce lamba verir. Sonra yıldız, sonra da ay bahşeder. Nihayet Allah’ın izni ve ihsanıyla ile güneşe kavuşturur.

Efendimiz (s.a.v) buyurmuştur ki: “Eğer günahlar gönül tasını karartırsa, o pas arta arta iman cevherini eksiltir.” Bunun ilacının ne olduğu sorulduğunda: “Onun ilacı ve cilası Allah’ın zikridir.” buyurmuştur. Kalbin pasını silen zikir, fikir ve nimetlere şükürdür. Fikir, batıl düşünceleri atıp Hakk’ın ayetlerini, Resulullah s.a.v.’in hadislerini ve Allah dostlarının sözlerini anlayarak ilim tahsiline çalışmaktır.

Medine-i Münevvere‘de iken sohbetinde bulunduğum Molla Burhaneddin bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmurmuştu: “İlimden, amelden, zikirden gaye nefsi dizginlemektir. Alim de olsan, abid de olsan nefsini dizginlemediğin müddetçe gayeye ulaşamazsın. Büyük zatlar nefsini eritip yok eden kimselerdir. Nefs terbiyesi bazı insanlarda fıtrattan olur. Yani bu kimseler yaratılış itibari ile temiz olup nefsleri küçük, kalpleri büyüktür. Bunlar ilme müptela ve muhabbete aşıktırlar. Bazılarında ise tam tersidir. İlmi ve ameli arttıkça nefsi şişer. Gururdan yanına yaklaşılmaz. Böyle ilim insana fayda yerine zarar vermiş olur. bütün bunlar mürid için de geçerlidir. Mürşide giden bir kimse nefsini köreltemiyorsa, o gidişin kendisine faydası olmamış demektir.

Kalp Kararınca
Mehmet Ildırar
Semerkand Dergisi, Eylül 2014, 189. sayı.

Bir Yorum Bırak