Tasavvuf

Ahiret Bilgisi ve Tasavvufî Hayat

Ahiret Bilgisi ve Tasavvufî Hayat

Ahiret Bilgisi ve Tasavvufî Hayat

Rabbanî marifet dört şeyi bilmekle olur:

  • Nefsini bilmek,
  • Allah’ı bilmek,
  • Dünyayı bilmek,
  • Ahireti bilmek.

Bu dört esas içinde ahireti bilmek en müşkülüdür. Ahiret beka alemidir. Dünya bir kervanın konak yeri gibi gelip geçici bir güzergahtır. Bu dünyadan göçüp beka aleminde ölümsüz bir hayatla karşılaşacağımızı da biliriz.

Ahirette iki mekan vardır: Cennet ve Cehennem. Şu halde ahireti biliyorum demek için imanın bir unsuru olarak ona inanmak ve hazırlanmak gerektir. Sülûk, yani manevi ilerleyiş, bunları ihmal etmeye sebep olan iki büyük düşmanı, dünya ve nefsi unutturmaya çalışır. Yani dünya ve nefs ahireti unutturur; tasavvufi hayat ise dünya ve nefsi unutturur.

Seyr ü sülûkun asıl manası ahireti hiç unutmamaktır. Ümmet-i Muhammed olarak ahireti çok iyi bilir ama hazırlık yönüyle hayırlı amel, zühd, takva, sabır gibi nurani hallere tutunamayız. Şu halde ahireti biliyoruz sözümüz ilmen ve imanen hak; fakat fiillerimizde noksandır. İşte tasavvufî hayat her halimizi Allah’ın beyan buyurduğu Din-i Mübin’e uydurmanın yoludur.

Dünyayı unutabilmek, nefsin çirkinliklerini ıslah edebilmek, ebedi düşmanımız olan şeytana meyletmemek bunların hakikatini bilmekle olur. Şu halde seyr ü sülûk talvayı gerektirir, takva da Marifet-i Rabbaniyedir. Miraç gecesinde Peygamberimiz Efendimiz’in (s.a.v) insanlara ifşa edip etmemekte serbest bırakıldığı ilm-i vilayet diye tabir olunan nuranî yol, tasavvufî hayatın içinde yer almaktadır.

Akıl ve zekanın bu saydığımız nurani hakikatleri idrak edebilmesi, nefsin kemalata ayak basması ile mümkündür. Her insanın aklı, zekası vardır ama nefsinin kendisini beka aleminden alıkoyduğunu bilip onu ıslah etme yoluna gitmez. Zira aklın kemalatı kalbin ıslahına bağlıdır.

Tasavvuf ehline göre sulûk, manevi makamları hal ile kat etmektir. Bu makamları ilmen kat etmek kişiyi alim, aklen kabul etmek mütefekkir, hal ile kat etmek ise veli eder. Sadece ilmen bilinen bir mesele ile hal ve sıfat ehli olunmaz. Mesela yalan terk edilmedikçe sıdk, gazab terk edilmedikçe yiğitlik, şehvet terk edilmedikçe iffet olmaz. Kötü sıfatlar terk edilince hal olur. Onun için sülûk mutasavvıflara göre manevi makamları, nurani bir hal ile, cezbe ile, muhabbet ile, sabır ve şükür ile geçmekle olur.

Bu duruma göre hal, nefsle ilgili meseleleri içine alır. Bunlar nefsin ıslahı, nefsle mücadele, riyazet gibi haller olup keyif hali değildir. Keyfin sonu geliverir. Haramdan sonra pişmanlık, helalden sonra muhasebe başlar. Çünkü helalin hesabı, haramın azabı vardır. Bunların muhasebesi haldir. Halini unutan kimse kefen giydiğinde perişan olur, hüsranda kalır, feryat eder ama yardımına gelen bulunmaz.

Muhyiddin Arabî hazretlerinin (k.s) ifadesiyle: “Sülûk, manen bir ibadet mertebesinden diğer bir ibadet mertebesine yükselmeye işarettir.” Allah Rasulü (s.a.v) “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır” buyurmuştur.

Dünya hayatında eksilen kazancımız için esef eder, kaybettiğimiz dünyalıklar için ağlarız. Ahiret için ise ne kefenimize sermaye koyamadığımıza üzülür ne de gafletle geçen günlerimize tövbe ederiz. Bu bizim dünya meylimizin, nefsimizi ıslah edemeyişimizin alametidir.

Şu halde tasavvuf, hal ile her türlü kötülükten uzak durmaktır. Kötü bir ameli terk etmek suretiyle iyi amele geçmek, iyi amelden sonra başka bir iyi amel yapmak; kötü ameli terkten sonra bir başka kötülüğü terk etmektir. İşte sülûk, ilimde iyi bir makamdan daha yüksek makama, bir ünvandan daha iyi bir ünvana, nurani bir tecelliden daha parlak bir tecelliye, bir nefs mertebesinden diğer bir nefs mertebesine geçmektir.


Ahiret Bilgisi ve Tasavvufî Hayat
Mehmet Ildırar
Ahiret Bilgisi ve Tasavvufî Hayat, Tasavvuf Sohbetleri, Semerkand Dergisi, 193. sayı

Bir Yorum Bırak