Mübarek Gün ve Geceler

Üç Aylar ve Biz

Üç Aylar ve Biz

Üç Aylar ve Biz

Peygamberimiz s.a.v. Recep ayı girince; “Allahım Recep ve Şâban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.” (Ahmed b. Hanbel; Heysemî) diye dua ederdi. Bu örnek dua, müminin salih ameller işleyebilmek amacıyla faziletli vakitlere ulaşmayı dilemesinin müstehap olduğunu gösterir.

Müminin ömrüne hayırlı işler değer katar. İnsanların en hayırlısı ömrü uzun, amelleri güzel olanıdır. Değilse, ömür öyle yahut böyle geçer gider. Nebevî haberde bildirildiği gibi: “Benimle dünyanın misali, bir ağaç gölgesinde dinlenen yolcunun misali gibidir.” (Ahmed b. Hanbel; İbn Ebu Şeybe)

Yunus Emre hazretleri de bunu bir şiirinde şöylece dile getirmiştir:

Geldi geçti ömrüm benim
Şol yel esip geçmiş gibi.
Hele bana şöyle geldi
Bir göz açıp yummuş gibi.

Hayat, ucundan kıyısından habire tükettiğimiz bir sermayeden ibarettir. Tazelenmeyeceği için önünde sonunda bitecek olan bu sermaye güzel harcanmalıdır.

Mümin mümkünse hayatının bütününü, hiç değilse bazı vakitleri değerlendirmek zorundadır. O, bazen dünya telaşı içinde manevi hayatını ziyadesiyle ihmal edebilir. İşte manevi mevsimler bu gaflet halinden kurtulmak, silkinip kendine gelmek, Rabbiyle kulluk ilişkisini yeniden gözden geçirmek, kaybettiklerini telafi etmek, elde edemediklerine ulaşmak için birer fırsattır.

Recep ve Şâban’da oruç

Ülkemizde “üç aylar” olarak adlandırılan aylar, müminin hayatında dikkat etmesi gereken en önemli manevi mevsimlerdir. Zira bu manevi mevsim Allah Rasulü s.a.v.’in hayatında önemliydi. O, Recep ayının girişiyle birlikte bizimkiyle asla kıyaslanamayacak derecede derin seyreden ibadet hayatını daha da derinleştirmekte, zaten güzeller güzeli olan ahlâkî özelliklerini daha bir güzelleştirmekteydi. O bireysel anlamda böyle yaparken, etrafındakileri de uyarmakta, bu ayları kulluk bilinci içinde geçirmeye özendirmekteydi. Nitekim Allah Rasulü s.a.v.’in yaşantısının her anını büyük bir dikkatle izleyen sahabe bu konuda bize pek çok bilgi aktarmıştır. Mesela Recep ayıyla ilgili olarak İbn Abbas r.a. şunları anlatmaktadır: “Allah Rasulü s.a.v. Recep ayında bazı yıllarda peşpeşe öyle oruç tutardı ki biz, ‘Galiba hiç yemeyecek (bütün bir ayı oruçlu geçirecek)’ derdik. Bazı yıllarda da öyle oruç tutmazdı ki biz ‘Galiba hiç oruç tutmayacak’ derdik.” (Buharî; Müslim; Ebu Davud) Demek ki Allah Rasulü s.a.v. Recep ayında oruç tutmaya özen göstermekteydi. Şaban ayına gelince, O’nun en yakınında bulunanlardan ve hayatını bir hanım duyarlılığıyla sıkı takibe almış olanlardan müminlerin annesi Hz. Ayşe r.a. anlatıyor:

Rasulullah s.a.v. bazen oruca öyle devam ederdi ki, ‘Bu aydan hiçbir günü oruçsuz geçirmeyecek.’ derdik. Bazen de öyle devamlı yerdi ki, ‘Bu ay, galiba bir gün bile oruç tutmayacak’ derdik. Ben, onun Ramazan dışında bir ayı tam olarak oruçlu geçirdiğini görmedim. Herhangi bir ayda, Şâban ayında tuttuğundan daha fazla oruç tuttuğunu da görmedim.” (Buharî; Müslim; Ebu Davud; Tirmizî; Nesâî)

Yine müminlerin annelerinden Ümmü Seleme r.a. ise farklı bir gözlemini aktarmıştır: “Ben, Rasulullah s.a.v.’in Şâban ve Ramazan dışında iki ayı peş peşe tam olarak oruçla geçirdiğini görmedim.” (Tirmizî; Ebu Davud; Nesâî)

Bir başka yakını daha vardır. Adeta ev halkındandır. O da Allah Rasulü’nün bir haline tanık olmuştur ve sebebini merak etmektedir. Bu şahıs Üsame b. Zeyd r.anhümâ’dır. Şöyle anlatır:

Ey Allah’ın Rasulü, dedim, Şâban ayında tuttuğun kadar başka aylarda oruç tuttuğunu göremiyorum, sebebi nedir? Şu cevabı verdi: Bu, Recep ile Ramazan arasında insanların gaflet ettikleri bir aydır. Halbuki o, amellerin Rabbü’l-Alemin’e yükseltildiği bir aydır. Ben amellerimin oruçlu olduğum halde yükseltilmesini istiyorum.” (Nesâî)

Demek ki Ramazan ayı dışında bir ayın bütün günlerini oruçlu geçirmek hakkında farklı haberler gelmektedir. O halde meseleye en azından ihtiyatla yaklaşmak gerekir. Yani Recep, Şâban ve Ramazan ayının tamamını oruçlu geçirmek isteyen bir kimse dilerse böyle yapar. Onu ayıplamak, Sünnet’te olmayan bir şeyi yapmakla, hatta bid’atle suçlamak hiç de doğru olmasa gerektir.

Zaten oruç çeşitleri sayılırken “dehr orucu”ndan, yani beş bayram günü hariç bütün yılı oruçlu geçirmekten söz edilir. Ondan sonra bir gün oruç tutup bir gün tutmamak şeklinde bir oruç vardır ki, Hz. Peygamber s.a.v. bunu Hz. Davud a.s.’ın orucu olarak nitelendirmiştir. Peygamberimizin s.a.v. mümkün mertebe her ayın başından sonundan birer gün, ortasından üç gün oruç tutmaya dikkat ettiği malumdur.

Ayrıca onun Pazartesi ve Perşembe günlerini oruçlu geçirmeye özen gösterdiğini de biliyoruz. Dolayısıyla Recep ve Şâban aylarında oruca önem vermesi normaldir.

Fakat bu üç ayın tamamını oruç geçirmeye niyetlenen kimse, Recep ve Şâban aylarında dilediği anda bu uygulamadan vazgeçebilirken, Ramazan ayında böyle bir imkana asla sahip değildir.

Cemaatle namaz, Kur’an, zikir…

Kaldı ki manevi mevsimleri değerlendirmek sadece oruç tutmaktan ibaret değildir. Belki de insanları orucun yanı sıra namaza, namazı cemaatle eda etmeye, özellikle sabah ve yatsı namazlarını camide kılmaya teşvik etmek günümüz şartlarında daha bir önem kazanmıştır.

Ayrıca bu aylarda Kur’an okumaya ağırlık vermek de elbette çok faydalı bir ibadet biçimi olabilir. Kur’an okumanın yanı sıra mutlaka tesbihata, zikrullaha, içli yakarışlara yönelmek de gerekir.

Çoğu müminin haftada bir kez camilerde hatırladığı, hatta hatırlatıldığı ve üstelik söylene söylene önünden geçip gittiği hayır kapılarını sıkça yoklamak gerekmez mi?

Zekât yılda bir verilirken, fıtır sadakası yine senede bir eda edilirken, tasadduk kapısının her an açık olduğunu söylemeye bilmem gerek var mı?

Televizyonlardan yayın yapan hayır kurumlarının arayıp bulduğu insanlara benzer güç haller yaşayan nice kimse belki yakın komşumuzdur da haberimiz bile yoktur. Televizyondakileri seyredip gözyaşı dökmektense, bırakın yakını, uzaktaki komşunuzu görecek derecede gözümüzü açmak daha iyi olmaz mı? Çok yardım edemiyorsak bile evimizde pişen yemekten birazını da mı gönderemeyiz?

Bir öğrenciye az çok demeden her ay harçlık vermek, her ay yapamazsak da bir defa yol parası olacak kadar maddi destekte bulunmak elimizden gelmez mi? Yoksa aklımızdan da mı geçmez?

Küçük bir gayretle nice hayır, nice bereket

Bedenî ve malî ibadetlerin yanı sıra, Hz. Peygamber s.a.v.’in hayatında büyük yer tutan ve sık sık uyarıda bulunduğu şu ibadetler de kısaca yâd edilebilir.

Hastane köşelerinde veya evlerinde bir odada adeta tecrit edilmiş halde çeşitli hastalıklarla boğuşan dertlilerin yaralarına merhem olunamazsa da ziyaretlerine de mi gidilemez? Hasta yakınlarına moral aşılamak, yaptıklarının Allah katında ne kadar değerli bir ibadet olduğunu haber vererek motive etmek az bir şey midir?

Öyle yahut böyle bir suç işleyerek hapishanelerde zor günler geçiren ve ceza çekmekte olanlara uğramak zor mudur?

Kendilerine samimi bir merhaba diyecek, küçük bir hediyeyle gönüllerini hoş edecek kimseleri gözleyen yaşlılarımıza selam vermek, hal hatır sormak ihmal edilebilir mi? Dargınlıkları bitirmek için ille bayramları mı yoksa ilk adımı karşı tarafın atmasını mı beklemek gerekir? Karşı taraf haksız, biz haklı bile olsak barış elini uzatan niye biz olmayalım? Üç günlük dünyada değer mi bunca öfke? Öfkenin sadece karşıdakine değil kendimize de zarar verdiğini ne çabuk unutuyoruz.

Yakınlarımızı, bütün yanlışlarına, huysuzluklarına, arsızlıklarına rağmen affedemez miyiz, kollayamaz mıyız? Acılarını paylaşıp sevinçlerini çoğaltamaz mıyız? Müminlere hoş bir edayla bir selam vermek, Allah Rasulü’nün selamı yayma emrini koca bir tebessümle yerine getirmek sevaplı bir davranış değil de nedir?

Yemek ikram etmek için ille Ramazan ayını mı beklemelidir insan? Recep veya Şâban ayında ikram yapılamaz diye bir kural mı var?

Hadi hayır ve iyilik adına hiçbir şey yapamadık, yolda eşyasını taşımakta güçlük çeken birine de mi destek olamayız?

Caddede, sokakta insanlara sıkıntı verecek bir şeyi ortadan kaldırmak elimizden gelirken belediyeyi mi suçlamak gerekir acaba?

Recep ve Şâban aylarında sevap kazanmak için oruç tutmakla birlikte yapılabilecek o kadar başka şey var ki hangi birini sayalım?

Geniş imkanlara sahip birilerinin, bir patronun, bir yetkilinin Recep ve Şaban ayı hürmetine birkaç işsize iş sağlaması, belki de onun en değerli ibadetlerinden birisi olacaktır. Fakat bunu yaparken Allah’ın rızasını gözetmeyi öncelemelidir. Birisine iş veriyorum, hele hele “rızık” temin ediyorum yaklaşımı yaptığı güzelliği en azından gölgeleyecek veya tamamen boşa çıkaracak yahut inancını tahrip edecektir. Çünkü rızık veren, Rezzak olan Allah’tır. Kullar sadece birer vasıtadan ibarettir.

Yapabiliyorsak Recep ve Şâban aylarında çok oruç tutalım. Zira Peygamberimiz s.a.v. bu iki ayda çok oruç tutardı. Belki de devamlı oruç tutmamasının sebebi ümmetine farz kılınmasından çekindiğindendir.

Fakat bu ayların tek ibadeti oruç değildir. Sayılamayacak kadar ibadet çeşidi vardır. Allah’a giden yollar, Allah’ın yarattıklarının nefesleri sayısıncadır. Önemli olan bizzat kendi yolumuzu bulmamızdır. Aramak gerekir. Hayırlara koşmak ve böylece aramaya devam etmek…

Arayan bulur vesselam.

Üç Aylar ve Biz
Mübarek Gün ve Geceler
kaynak: Üç Aylar ve Biz, Ahmet Miroğlu, Semerkand Dergisi Haziran 2011

Bir Yorum Bırak